Friday, December 24, 2010

:(

Ailemizin en küçük ferdi 11 yaşındaki kızımı, kardeşimi, evimizin neşesini, dünyalar güzeli boncuk gözlü Mia'mı, onu çok seven anneannesinin, dedesinin, dayısının ve hasta yatağında bile onlara iyi bakmamızı tembihleyen annesinin yanına uğurladım. Çok üzgünüm. :(

Thursday, December 23, 2010

Naturel Kabuk Mumlar

İnternette dolaşırken bu harika mumları buldum.

Nasıl yapılmış?

malzemeler:
balmumu
ceviz kabukları ve diğer doğal malzemeler
makas
mum fitili
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Fitillerinizi uygun boyda kesin.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Balmumunu benmari usulü eritin.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Balmumu eridikten sonra ceviz kabuğunuza balmumunu yavaşça dökün..
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Birkaç dakika bekledikten sonra mumun ortasına fitili koyun.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Veee harika sonuç..
Kolay gelsin..

Tuesday, December 21, 2010

Yaz kızım karatahtaya

Dün akşam herhangi bir yüzeyi özel bir boyayla karatahtaya çevirebileceğimizi keşfettim. :)
Sanırım yapı marketlerde bulabiliyoruz bu boyayı. Ancak, marka veremeyeceğim zira ben de henüz edinmedim.
İşte size birkaç uygulama. En yakın zamanda yapmayı diliyorum..











Wednesday, November 24, 2010

Öğretmenler yeni nesil sizin eserinizdir!

Sade vatandaş Ayra'dan sizlere öğretmenler gününde bir eleştiri.

Etrafımıza soralım yeni nesil ne alemde, alacağımız cevaplar belli.. Gençler yoz, terbiyesiz, rahat, gelecek kaygıları yok vs vs. Bi de kendimize bakalım, nihayetinde bu nesil öğretmenlerin eseri. Hiç üstünüze almıyorsunuz değil mi?

Amacım öğretmenleri kızdırmak değil. Ama söylemek istediklerim var.

Yeni öğretmenler;

Karizmatik değilsiniz: Sınıfa girdiğinizde sınıf, size saygı ve hayranlık ile bakmıyorsa karizmatik değilsiniz. Tülin Genç diye bir öğretmenim vardı. Kulakları çınlasın. Kocaman bir kadındı. Belki de biz küçüktük, bize öyle gelirdi. Ama yürüyüşü, konuşması, hareketleri ile tam bir karizma örneği idi. Sınıfa girdiğinde o azgın Cumhuriyet Lisesi öğrencileri susar, şak diye ayağa kalkar öğretmenimizi selamlar, öğrenciler onunla konuşurken sağa sola bakmaz direk gözlerinin içine bakar, bir hata yapıp da güvenini kaybetmeyeyim diye binbir takla atardı. Ama Tülin Öğretmen belli ki, öğretmek için yanıp tutuşuyordu. Belli ki, öğretmek için doğmuştu.

Hevesli değilsiniz: Evet anlıyorum, çocuklar çok fena, hepsi bi hava. Hele de lisede öğretmenseniz, işin işine hormonlar da giriyor ki, evlere şenlik. Ama değilsiniz işte, öğretmeye hevesli değilsiniz. Sanırım siz iş saatlerim rahat olsun, çoluğuma çocuğuma rahat bakayım, amaan ne uğraşacağım elin bebesi ile diyenlerdensiniz.

İdealist değilsiniz: Hasbelkader bi okul kazandınız işte, ohh formasyon da veriyor. Okurken rahattı da, ilk staja gittiğinizde anladınız bu işin size göre olmadığını. Ama iş işten geçti. Aslında sizin hatanız değil, sistemin hatası bunu da biliyoruz. Liseden yeni mezun, aklınız bir karış havadayken sistem size meslek seçmeniz gerektiğini söylüyor. Adil değil, farkındayım. Ama öğretmek istemiyorsanız, öğretmek istemiyorsunuzdur.

Kendinizi sevmiyorsunuz ve kendinizin farkında değilsiniz: Sınırlarınızı bilin, neler yapabileceğinizi bilin. Yapmak istediğiniz şeye izin vermiyorsa müdürünüz, bu sizin ayıbınız değil. Limitleri zorlayın. Değişik şeyler deneyin, öğrencilerinizin dikkatini çekin. Ama ben biliyorum, siz okulda diğer öğretmenlerle uğraşıyorsunuz, onu saçı, bunun eteği, onun öğrencileri şöyle, benimkiler böyle.

Kıskançsınız ve üşengeçsiniz: Yeni biri geliyor okula. İdealist belli. Birşeyler katmak istiyor kendinden müfredata. Ama siz içten içe sinir oluyorsunuz. Onu engellemek istiyorsunuz, türlü dedikodular vs ile bezdirmeye çalışıyorsunuz onu. Neden? Çünkü yaptığı tutarsa, diğer öğretmenlerden de beklenecek yeni girişimler, yeni stiller. Siz bunu istemiyorsunuz, şimdi kim uğraşacak beyin çalıştırmayla, kim uğraşacak çocuklarla değil mi?

Bu anlattıklarım dışında öğretmenler yok mu? VAR! Hem de belki daha da fazla.
Ama ne yazık ki, dikkat çekmiyorlar. Tek dertleri diğer öğretmenlerle savaşmak olan diğerleri yüzünden, üzülüyorlar, canları yanıyor, hevesleri kırılıyor. Onların üzülmesine dayanamayan aileleri, arkadaşları bakın nasıl telkin ediyor onları: "Canım benim sen üzülme, ver dersini çık. Demek ki, kıymet görmüyor yaptıkların. Al maaşını yaşa işte." İşte tam bu noktada sizin yarattığınız canavar sisteme yeni bir öğretmen katılıyor.

Halbuki, sizin yaptıklarınıza kıymet verenler müdürler, amirler değil, öğrenciler. Eğer ben eğitimimden yıllar sonra bu yazıyı - başta babam Rahmi Karaoğulları olmak üzere, ilkokul öğretmenim Güler İnceoğlu, ingilizce öğretmenlerim Füsun Altuğ, Mehmet Çevik, Edebiyat öğretmenim Tülin Genç, Atatürkçülüğünden ve modern Türkiye sevdasından bir an bile taviz etmeden işini yapan Din Kültürü ve Ahlak Dersi Öğretmenim Muhammed Öğretmen, müziği sevdiren ve öğretmeye çabalayan rahmetli Metin Gerçeker ve daha burada sayamadığım beni ben yapan öğretmenlerim için - yazdıysam, ne müdür ne de amirdir sizi takdir eden.

Aklı fikri sadece öğretmek olan tüm gerçek "öğretmenlerin" gününü kutluyorum! Hepinizin sabrına, sevecenliğine, tatlı sertliğine ve öğretme aşkına gıpta ile bakıyorum.

Tuesday, November 23, 2010

Ben kalender meşrebim!

Gördüğünüz gibi artık her yazıya "ne zamandır yazmıyorum bla bla" diye başlıyorum. Hoş değil. :)
Neyse..
Gene yazamazsam erkenden yeni yılınızı kutlayayım. Yeni yılınız aşağıdaki takvim kadar güzel geçsin. :)
Saurians Renaissance (Calendar 2011) by Irina Vinnik




Saturday, July 3, 2010

Modern Dollhouses


Annina Günther ve Christine Ferrera minyatür modern evler yapıyor.

Annina, ikea manyağı benim gibi (:
model ikea'dan yine.


bunlar da Christine'nin işleri (:



tüm hikaye burda

Thursday, June 3, 2010

Hank'in elini öptünüz mü?

Mary: Merhaba, sizi bizimle birlikte gidip Hank’in elini öpmeye davet ediyoruz.

Ben: Pardon?! Ne demek istiyorsunuz? Hank de kim? Ve ben niye onun elini öpmek isteyeyim?

John: Eğer Hank’in elini öpersen, sana 1 milyon dolar verecek; eğer öpmezsen seni eşşek sudan gelinceye kadar dövecek.

Ben: Ne? Bu bir tür mafya taktiği mi? Ne oluyor?

John: Hank bir milyarder. Bu kasabayı o kurdu. Buranın sahibi o. İstediği her şeyi yapabilir ve sana 1 milyon dolar vermek istiyor. Fakat elini öpmeden parayı alamayacaksın.

Ben: Bu çok saçma. Neden?

Mary: Sen kim oluyorsun da Hank’in hediyesini sorguluyorsun? 1 milyon dolar istemiyor musun? Bir el öpmeye değmez mi onun için?

Ben: Belki, eğer yasalsa, fakat ..

John: Öyleyse, gel bizimle Hank’in elini öp.

Ben: Hank’in elini sık sık öper misiniz?

Mary: Elbette, devamlı…

Ben: Peki 1 milyon doları aldınız mı?

John: Yok, kasabayı terk etmeden parayı alamazsın.

Ben: Öyleyse neden hemen kasabayı terk etmiyorsunuz?

Mary: Hank söylemeden kasabayı terk edemezsin. Yoksa parayı alamazsın ve seni eşşek sudan gelinceye kadar döver.

Ben: Peki, Hank’in elini öpen, sonra da kasabayı terk edip 1 milyon dolar alan birini biliyor musunuz?

Mary: Annem Hank’in elini yıllarca öptü. Gecen yıl da kasabayı terk etti. Eminim parasını da almıştır.

Ben: Onunla konuşmadın mı o zamandan beri?

John: Elbette hayır. Hank buna izin vermiyor.

Ben: Öyleyse, eğer parayı alan herhangi biriyle konuşmadıysanız, parayı aldıklarını nereden biliyorsunuz?

Mary: Kasabadan gitmeden önce biraz veriyor. Belki maaşına bir zam alıyorsun, belki küçük bir loto kazanıyorsun, ya da caddede 20 dolarlık banknot buluyorsun.

Ben: Peki bunların Hank’le ne ilgisi var?

John: Hank’in bazı dostları var.

Ben: Kusura bakmayın ama bu tuhaf bir üçkağıtçılık gibi geliyor kulağa.

John: Fakat 1 milyon dolar burada söz konusu olan. Şansa bırakabilir misin bunu? Ve unutma, eğer öpmezsen seni dövecek.

Ben: Belki, eğer Hank’le konuşursam, ayrıntıları ondan öğrenirsem..

Mary: Hayır, hiç kimse Hank’i göremez. Hiç kimse Hank’le konuşamaz.

Ben: Peki o zaman nasıl elini öpüyorsunuz?

John: Bazen ona bir öpücük gönderiyoruz ve elini düşünüyoruz. Diğer zamanlarda Karl’ın elini öpüyoruz ve o Hank’e iletiyor.

Ben: Karl da kim?

Mary: Karl bir arkadaşımız. Bize Hank’i ve onun elini öpmekle ilgili konuyu öğreten o. Karl için tek yapmamız gereken birkaç kez onu yemeğe çıkarmak oldu.

Ben: Yani Hank diye biri olduğu, onun elini öpmeniz gerektiği ve böylece Hank’in sizi ödüllendireceği konusunda sadece Karl’ın sözüne güvendiniz öyle mi?

John: hayır, hayır! Karl’da bir mektup var. Hank tarafından kendisine yıllar önce gönderilmiş. Bütün meseleyi açıklıyor orada. Bak işte bu da bir kopyası. Al kendin de gör.

John bana üzerinde “Karl’ın ofisinden” yazılı bir fotokopi uzattı. Üzerinde 11 maddelik bir liste vardı.

1. Hank’in elini öp ve o da sana kasabayı terk ettiğinde 1 milyon dolar versin.
2. Yanında alkol iç.
3. Senin gibi olmayan insanları eşşek sudan gelinceye kadar döv.
4. İyi yemek ye.
5. Bu listeyi Hank’in kendisi yazdırdı.
6. Ay yeşil peynirden yapılmıştır.
7. Hank’in söylediği her şey doğrudur.
8. Her tuvalete gittiğinde ellerini yıka.
9. İçki içme.
10. Sosislerini sosis ekmeği içinde ye, yanında bir şey alma.
11. Hank’in elini öp, yoksa seni eşşek sudan gelinceye kadar döver.


Ben: Bu bana Karl tarafından yazılmış gibi geliyor.

Mary: Hank’in kağıdı yoktu, onun için.

Ben: Bana öyle geliyor ki, eğer kontrol etseydik, bu yazı Karl’ın el yazısı çıkardı.

John: Elbette, Hank söyledi, Karl yazdı.

Ben: Kimsenin Hank’i göremediğini zannediyordum?

Mary: Şu anda öyle. Ama yıllar önce Hank bazı kişilerle konuştu.

Ben: Hank’in iyi birisi olduğunu söylediğinizi zannetmiştim. Hangi tür iyi insan, sırf farklılar diye başkalarını döver?

Mary: Hank’in isteği bu ve Hank her zaman haklıdır.

Ben: Nereden biliyorsun bunu?

Mary: 7. madde “Hank’in her dediği doğrudur” diyor. Bu benim için yeterli.

Ben: Belki de arkadaşınız Karl uydurdu bütün meseleyi.

John: Kesinlikle hayır. 5. madde bu listeyi Hank’in kendisinin yazdırdığını söylüyor. Ayrıca, 4. maddede iyi yiyin, 8. maddede de tuvaletten sonra ellerinizi yıkayın diyor. Bunların doğru olduğunu herkes bilir. Demek ki gerisi de doğru olmalı.

Ben: Fakat 9. maddede içmeyin diyor ki bu ikinci maddeyle çelişiyor. Ayrıca 6. maddede ayın yeşil peynirden yapıldığını söylüyor ki bu tamamen yanlış.

John: 9 ile 2 arasında hiçbir çelişki yok. 9 sadece 2’yi açıklıyor. 6’ya gelince, aya hiç gitmedin, dolayısıyla doğru olup olmadığını bilemezsin.

Ben: Bilim adamları ayın kayalardan oluştuğunu söylüyorlar ama..

Mary: Fakat kayanın dünyadan ya da uzaydan gelip gelmediğini bilmiyorlar. Yani ay hala yeşil peynirden yapılmış olabilir.

Ben: Bir uzman değilim ama ayın dünyadan geldiği teorisinin çürütüldüğünü zannediyorum. Ayrıca, kayanın nereden geldiğini bilmiyor olmak onu peynir yapmaz.

John: İşte, bilim adamlarının hata yaptığını sen de kabul ettin. Fakat Hank’in her zaman haklı olduğunu biliyoruz!

Ben: Biliyor muyuz?

Mary: Elbette, 5. madde öyle diyor.

Ben: Diyorsun ki, Hank haklıdır, çünkü liste öyle diyor ve liste doğrudur, çünkü onu Hank yazdırdı. Ve Hank’in yazdırdığını biliyoruz, çünkü liste öyle diyor. Bu döngüsel mantık. “Hank haklıdır, çünkü Hank haklıdır” demekten farksız.

John: İşte şimdi anlamaya başlıyorsun Hank’in düşünce biçimini.

Ben: Fakat… Her neyse, boş ver. Peki, bu sosislerle ilgili konu da ne?

Mary, yüzünü buruşturdu.

John: Sosisler sosis ekmeği içinde yenir. Yanında bir şey yenmez. Hank’in yolu bu. Başka türlüsü yanlış.

Ben: Ya sosis ekmeğim yoksa?

John: Sosis ekmeğin yoksa sosis yiyemezsin. Sosis ekmeksiz sosis yanlıştır.

Ben: Yanında ketçap, hardal da mı yok?

Mary, çok sert bir şekilde baktı.

John: Böyle bir dil kullanmanın hiçbir gereği yok! Sosis yanında yenecek her türlü şey yanlıştır.

Ben: Yani biraz turşu, içine doğranmış sosis tarzı bir şey mümkün değil mi?

Mary kulaklarını tıkadı ve “Dinlemiyorum bile bunu, la la la la…”

John: Bu iğrenç. Ne tür bir şeytani mahluk yiyebilir böyle bir şeyi.

Ben: çok güzel bir şey o. Ben hep yerim.


Mary kendinden geçti ve John onu tutu: “Eğer o tiplerden biri olduğunu bilseydim vaktimi hiç harcamazdım bile seninle. Hank seni eşşek sudan gelinceye kadar döverken, ben de orada olacağım ve paramı sayıp sana güleceğim. Hank’in elini de senin için öpeceğim, seni sosis ekmeksiz, turşu yiyici”

Monday, May 17, 2010

bir agile marketin' örneği :)

Hepimiz dün akşam ki Fenerbahçe ve şampiyonluk hikayelerini biliyoruz. :) Sabah ofiste de oldukça güldük, eğlendik.
Ama sabah bir konu oldu ki, çok hoşuma gitti.

Ankara Kızılay'da elinde bisürü Fenerbahçe bayrağı olan bir seyyar satıcı düşünün, bir anda aslında Fener'in şampiyon olmadığını öğreniyor. Düşünsenize, bir sürü bayrak, satamayacaksınız, o kesin.. Siz n'apardınız?
Şimdi kös kös dönmüştür tabii ki dediğinizi duyar gibiyim. Ama hiç de öyle yapmamış. Ticari zekası tavan yapmış bir arkadaş bu kişi. Bir bakıyor metro çıkışında deliler gibi kalabalık bir taraftar grubu var, Ankaragüçlüler... Bizim bayrakçı nasıl satıyor bayraklarını, biliyor musunuz?

- Al Abi yakarsın!

Bayrak yakmak doğrudur, yanlıştır, orası değil benim konum. Ben problemin bu kadar hızlı çözülmesine hayran kaldım..


Friday, May 7, 2010

İşte Umaykut Online Yeni Fragmanı!!!

Umaykut Online Yeni Fragmanı from Umaykut Online on Vimeo.

Thursday, May 6, 2010

Umaykut Online yeni fragmanı yarın yayında!!


Yakın zaman önce Céidot Oyun Stüdyolarında işe başladım. Aslında hiçbir zaman bir oyun firmasında çalışacağımı düşünmezdim, çünkü bir oyun delisiyim ve böyle bir işte çalışmayı çok isterdim ama "dünya"nın bu çok sevdiğim şeyden para kazanmama izin vermeyeceğini düşünürdüm. Ama öyle değilmiş. "Dünya" bana karşı çok da gıcık değilmiş!

Céidot Oyun Stüdyoları, işlerini ciddi ciddi yapan ama eğlenerek, severek yapan insanlarla dolu bir oyun firması.. Yani gerçekten oyun firması.. Öyle bi tane flash bilen alalım, facebook oyunu yazalım şeklinde yaklaşmıyorlar olaya. Facebook Zynga'ya 180milyon dolar hibe etti, belki biz de ucundan sebepleniriz şeklinde de yaklaşmıyorlar. Gerçekten oyun yapmak istedikleri için bu işin içindeler ve gerçekten de çok çalışıyorlar. Gözümle gördüm. :)

Oyunlarımız arasında en bilineni Umaykut, tabii ki şimdilik! Daha çok ses getirecek bir oyun var üzerinde çalıştığımız ama sürprizi bozacak değilim.

Umaykut, 300bin kullanıcıyı yakalamış, ama her geçen gün yeni insanlar katılıyor bu güruha.. Her babayiğidin harcı değil, bu kadar kullanıcıyı kazanmak.

Yarın yeni fragmanımız burada olacak. Bekleyin ;)

RTS seviyorsan:

Thursday, March 25, 2010

Çooook tembelim. ve Carlos Meira.. ve kağıt..

Evet, evet, evet. Yazmadım ne zamandır. Ama mutlaka size de olmuştur. Bedeniniz burda, ama kafaca çok uzaktasınızdır yaptığınız rutin işlere. İşte bana da böyle oldu. :)

Neyse, sanırım döndüm artık. Blog yazmayı özlemem gerekiyormuş. Bi de bi baktım 4 follower olmuş, haha, azla yetinen bir insanım napiim.

Ama çok güzel bişeyle döndüm. Bi bakın Allahaşkına.. :)

Carlos Meira, kağıttan heykelcikler yapmakta.